Çin’in Propagandası Türk Kardeşlerimize Yakışmadı

Rabiye Kadir, Şöhret Hoşur

Bazı Türk gazetecilerinin vatanımız Doğu Türkistan’a yaptıkları ziyaret hakkında yayımladıkları izlenimler bizi rahatsız etti. Rahatsızlığımız, açıklamalarının etkisinden değil; “Türk gazetecileri” denilen bu isimlerin, en önemlisi de kalbimizde yüce bir anlam taşıyan “Türk” adının, Çin’in propagandacıları arasında yer almasından kaynaklanıyor. Bizim için hakikatin, adaletin ve cesaretin sembolü olan bu kimliğin zalim Çin’e destek olması, ona yaranması kabul edilemez. Çin’in 7 yıldır düzenlediği bu tür kukla ziyaretlere karşı tavrımızı belirtmek istiyoruz.

Ziyaretçiler ve Sahnelenmiş Gösteriler

Ziyaretçilerden Merdan Yanardağ, karşılaştıkları toplanıp dans eden insanları onların mutluluklarının ispatı olarak tasvir etmiş. Hatta gördüklerinin herhangi bir tören zamanı ya da mekânı olmadığını da belirtmiş. Oysa Uygurlar da diğer milletler gibi düğün, bayram veya eğlence ortamlarında dans eder. Eğer bir pazarın ortasında insanlar sebepsizce dans ediyorsa, bu ya akıl sağlığı bozuk kimselerdir ya da organize edilmiş bir faaliyettir. Ortada bir sunucunun veya güvenlik görevlisinin olmaması da sahnenin doğal olmadığını, aksine organizatörlerin perde arkasında bulunduğunu gösterir. Bu gazeteciler ya bu kadar bariz bir gerçeği göremeyecek kadar saf, ya da sahnenin ziyaret maksatlarına uygunluğu sebebiyle bilmezden gelmektedirler. Dans edenlerin yüz ifadelerinden, onların gönüllü değil, zorla getirildikleri açıkça anlaşılmaktadır.

Dil Konusundaki Aldatmacalar

Ziyaretçilerden Mehmet Ali Güler, Uygur dilinin yasaklanmadığına tanık olduğunu, örnek olarak tabelaların iki dilde yazılmasını ve bir Uygurca gazetenin bulunmasını göstermiş. Oysa “dil yasaklandı” demek, artık o dili konuşan kimse kalmadı anlamına gelmez. Kastedilen, “Uygurca eğitim kaldırıldı, devlet kurumlarında Uygurca kullanımı sona erdirildi; Uygur dilinin varlığı ve geleceği yok edildi” demektir. Tabelalarda iki dilin bulunması gerçeği perdelemek içindir; birkaç Uygurca yayın ise Çinceden habersiz kalan az sayıda Uyguru idare etmek ve hükümet politikalarını öğretmek içindir. Uygurcanın sokak dili olarak hâlâ yaşaması Çin’in lütfundan değil, dilin doğal direncinden ve Uygur halkının kültürüne ve atalarına sadakatinden kaynaklanmaktadır.

Toplama Kamplarının Görülmemesi

Ziyaretçiler, Urumçi’de toplama kamplarını görmediklerini ve kimsenin böyle bir yerden bahsetmediğini iddia etmiş. Çin hükümetinden kamp göstermesini beklemek, mağdurlardan kampın varlığını itiraf etmelerini ummak akıl kârı değildir. Çin, bu kampların varlığını zaten “mesleki eğitim merkezi” adıyla 2 yıl sonra kabul etmişti. Eğer bu gazeteciler kampların varlığını gerçekten öğrenmek isteselerdi, Urumçi’ye gitmelerine gerek yoktu; İstanbul’daki 30 binden fazla Uygur’dan rastgele 100 kişiyle görüşseler, 95’inin ailesinden 1 ila 5 kişinin kayıp olduğunu duyarlardı. Bu denli büyük kayıpların tek açıklaması, toplama kamplarının varlığıdır.

Türk Gazetecilerin Tutumu

Merdan Yanardağ tereddütsüz bir şekilde, Uygurların yaşam seviyesinin yüksek olduğunu, zorlasalar bile Türkiye’ye gelmeyeceklerini söylemiş. Peki Türkiye Göç İdaresi’nin kayıtlarındaki 30 binden fazla Uygur nasıl geldi? Görülüyor ki bu gazetecilerin ne hakikat ne de mantık diye bir kaygısı var; sadece propaganda görevlerini yerine getiriyor, bu seyahatte yedikleri içtiklerinin bedelini ödeyip bir sonraki “eğlenceli” geziye zemin hazırlıyorlar.

Her ne kadar bu ziyaretçilerin Türk halkını veya Türk basınını temsil edemeyeceklerini bilsek de, böyle ucuz bir çıkarcılığı 3 kıtada 500 yıldan fazla hüküm sürmüş bir milletin herhangi bir ferdine yakıştıramıyoruz. Bu dalkavukluk, bu aptallık, bu menfaatperestlik hiçbir Türk gazetecisine—ister solcu olsun, ister komünist, ister liberal—yakışmadı. Türk halkını bu kişilere hak ettikleri cevabı vermeye çağırıyoruz.

Eğer bu gazeteciler, Ankara’daki Çin Konsolosluğu’nun sağladığı imkânlarla vatanımızı bir hafta ziyaret edip bu propagandayı yapıyorlarsa, biz göçteki Uygurlar doğup büyüdüğümüz o topraklarda “vatan için vatandan ayrılmak” zorunda kalan, bu nedenle her birimizin 10–20 akrabasının hapiste olduğu tanıklar olarak halkımızın sesini dünyaya duyurmaktayız.

Halkımız, hak-adalet ve milli özgürlük mücadelesinde öteden beri Türklükten, Türkiye Cumhuriyeti’nden ilham almıştır. Bu yüzden biz Türk halkından sesimize ses katamasa bile, önümüze engel olmamasını ve düşmanımızın davulunu çalmamasını talep ediyoruz.

Leave a Comment

*

*