Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye Göçler

Doç. Dr. ERKİN EMET

( Doç. Dr. ERKİN EMET )

Doğu Türkistan’daki Uygur ve Kazakların Pakistan ve Hindistan’a göçü 1930’lu yılların başında başlar. Bunlar 1940’tan 1950’ye kadar geçen zaman zarfında Hindistan ve Pakistan’a alışmış dahası yerli Müslüman ahaliden destek de görmüşlerdir. Ancak, dil ve kültür farklılığından dolayı kendilerini rahat hissedememişlerdir. Bundan dolayı, bütün arzuları aynı kök ve tarihten olan Türkiye’ye göç edip yeni nesillerinin orada yetişmelerini sağlamak olmuştur. Dolayısıyla Doğu Türkistan Türklerinin göçünün ikinci aşamasını Türkiye’ye göç hareketi oluşturmaktadır.

Doğu Türkistan’dan sığınan Uygur ve Kazaklar, II. Dünya Savaşının sona ermesinden sonra, Hindistan’ın Türkiye Büyükelçiliğine müracaat ederek, Türkiye’ye göç taleplerini iletmiştir. Ancak, savaşa girmemekle beraber, dönemin sıkıntılarını henüz üzerinden atamayan Türkiye, yeni mültecileri kabul etmek imkanlarının müsait olmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, 1950 Şubatında bir liste hazırlayıp Türkiye’nin Pakistan Büyükelçisi Nebil Batu’ya teslim edilerek Türkiye’ye göç etme isteği iletilmiştir.

Bir yıl sonra Ankara’dan gelen cevapta, Kazakların Türkiye’ye iskanlı göçmen olarak kabul edilecekleri, ancak bürokratik işlerin tamamlanması için bir süre beklemeleri gerektiği bildirilmiştir. Bu arada, 1950’de Doğu Türkistan’dan ikinci Kazak göç kafilesi Keşmir’e gelmiştir. Bu kafile Hüseyin Teyci, Delilhan Canaltay, Alibek Hakim ve Sultan Şerif Teyci liderliğindeki Kazak Türkleri ile İsa Yusuf Alptekin ile Mehmet Emin Buğra liderliğindeki Uygur Türkleriydi. Bu grup 1949’da Mao Ze-dong liderliğinde gerçekleşen komünist ihtilalin getirdiği yeni yönetime boyun eğmek istemedikleri için hür dünyaya doğru yola çıkmışlardı. Tibet üzerinden gelen bu grup da hem Çin hem de Tibet askeriyle çarpışa çarpışa ulaştıkları Hindistan sınırından geçerek Keşmir’e ulaşmışlardı. Pakistan’daki Kazaklar, onlarla temasa geçerek Türkiye’ye göç için yaptıkları müracaatın kabul edildiğini, kendilerinin de hemen bu yolda müracaatla bulunmaları tavsiye edildi.

İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra, 1951 senesinde Ankara’ya gittiklerinde bu müracaat sahiplerinin göçmen olarak Türkiye kabulünün hızlandırılmasını sağladılar. Başbakan Adnan Menderes’in başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun 13 Mart 1952 tarihli kararıyla Pakistan, Hindistan ve Keşmir’deki Kazaklar ile Uygurlar iskânlı göçmen olarak Türkiye’ye resmen kabul edilmiştir.

Eylül 1952’den itibaren 1954 senesinin Nisanına kadar Kazak gruplar halinde Türkiye’ye gelmiştir. Gelenler ilk olarak Zeytinburnu, Tuzla ve Sirkeci’deki göçmen misafirhanelerine yerleştirilmiştir. Daha sonra, Manisa Salihli, Kayseri Develi, Niğde Altayköy, Nevşehir Aksaray ve Konya İsmil’e iskân edildiler. Zaman içinde kırsal kesimlerdeki geçim sıkıntıları tekrar İstanbul’a ilk yerleşim bölgeleri olan Zeytinburnu’na göç etmelerine sebep olmuştur.

Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerinden Türklerin hür dünyaya çıkmak isteği göç etmelerine sebep olmuştur. Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerinden hür dünyaya çıkmak için göç eden Uygur ve Kazak Türklerinin başlangıçtaki kesin sayısı bilinmemektedir. Bu konuda 18.000’den 50.000’e varan muhtelif tahminler yapılmaktadır. Bunlardan hayatta kalıp Türkiye’ye ulaşanların sayısı topu topu 1.850 kişidir.

Demek ki, hürriyet aşkıyla yollara düşen her 10 Doğu Türkistanlıdan en iyimser tahminle ancak biri gayesine ulaşabilmiştir. Hür yaşayabilmek, Türk ve Müslüman kimliğini muhafaza edebilmek uğruna yapılan bu göç on binlerce şehidin kanına mal olmuştur.

1990 Yılından Sonraki Uygur Göçü

Çin Halk Cumhuriyeti soğuk savaş döneminde kapısını dünyaya kapatmıştı. Çin’de 1976 yılında Mao’nun ölümünden sonra 1978 yılından itibaren açıklık politikası uygulanmaya başlanmıştır. 1980’li yıllardan sonra, eskiden yakınları yurt dışına göç eden Uygurlar da yurt dışına çıkıp yerleşmeye başlamıştır.
1990 yılında Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla Uygur göçünde yeni bir dönem başlamıştır. Uygurlar komşu ülkeleri olan Pakistan, Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile Türkiye gibi ülkelerle ticaret yapmaya başladılar. Ticaret için bu ülkelere çıkan Uygurların yanı sıra Çin baskısında olan Uygur gençleri de yurt dışına çıkmaya başladı. Bu taze kanların katılmasıyla diasporadaki sivil toplum örgütleri güçlenmeye başlamıştır.

Doğu Türkistan davası Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine, Amerika’ya ve Kanada’ya yayılmıştır. 11 Eylül sonrası Amerika’nın terörizme karşı mücadelesinden yararlanmaya çalışan Çin Halk Cumhuriyeti, Uygur Türklerini dünyaya terörist olarak tanıtmayı amaçlamıştır. Çin’in Uygurlara uyguladığı baskı politikası arttıkça pasaport alabilen Uygur Türkleri kendini yurt dışına atmaya çalıştı. Uygur Türkleri yurt dışında yeni oluşumlar oluşturma gayretinde olmuştur. 4 Şubat 1990 Barın, 5 Şubat 1997 Gulca olayı ve nihayet 5 Temmuz 2009 Urumçi Katliamından sonra Uygurların yurt dışına göçü artmıştır. Pasif göç hala devam etmektedir.

Uygur Türklerinin 1990 yılından sonraki göçü, ağırlıklı olarak Avrupa ülkeleri ve Amerika’ya gerçekleşmiştir. Doğu Türkistan meselesinin uluslararası platforma taşınması neticesinde Batı Ülkeleri, Amerika, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler Uygur Türklerine sığınma hakkı vermeye başlamıştır. Bunların dışında Çin pasaportu ile dünyanın çeşitli ülkelerinde eğitim görmekte olan Uygur öğrencilerin sayısı da küçümsenmeyecek boyuttadır.

Sonuç olarak Uygur Türklerinin Batıya göçü milattan önce başlamış olup, farklı dönemlerde farklı boyutlarda devam etmiştir. İçinde bulunduğumuz 2013 yılında da Uygur Türklerinin batıya göçü devam etmektedir. Eskiden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Türkiye ve Suudi Arabistan’da yoğunlaşan Uygur Diasporası artık bütün dünya ülkelerinde hızlı bir şekilde oluşmaktadır. Araştırmacılar Çin’in mevcut baskı politikası devam ettiği müddetçe Uygur göçünün devam edeceğini, Uygur diasporasının önümüzdeki yıllarda Çin’e karşı bir güce dönüşeceğine kesin gözüyle bakmaktadır.

Göçlerde Afganistan’ı Tercih Etme Sebepleri

Göçün ilk çıkış kapısı Afganistan olmuştur. Çünkü Doğu Türkistan, Afganistan ile sınırdır. Göç kafilesi Himalayalar’dan, Pamir yaylasından Afganistan’a geçmiştir. Üç aylık bir sürede Doğu Türkistan’dan gelen kafileler o zamanki at, eşek, deve, katır gibi hayvanlarla, hayvan bulamayanlar da yaya olarak Doğu Türkistan’dan Afganistan’a kadar zor şartlarda seyahat etmiştir. Afganistan’da da başlıca Kabil, Hanabat, Badahşan ve Konduz vilayetlerine yerleşmişlerdir.

Göç kafilesi Afganistan’ı geçici bir üs olarak görmüştür. Çünkü Afganistan o dönemde Çin’in ekonomik ve siyasi baskısı altındaydı. Bu yüzden Afganistan’da kalmalarının, daha sonra Doğu Türkistan meselesini gündeme getirmeye veya uluslararası platforma taşımaya imkan vermeyeceğinin farkına varmışlardı. Göç kafilesinin önde gelenleri, aynı din, aynı soy ve aynı kültürden oldukları Türkiye’ye gitmeyi arzu etmişlerdi. Bu şekilde ilk temas Birleşmiş Milletler Mülteci Komiserliği ve UNESCO’nun çeşitli birimleri aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Afganistan, Kabil Büyükelçiliği ile sağlanmıştır Türkiye’den yetkili olarak ilk temas edilen kişi Kaya Toperi Bey olmuştur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, Doğu Türkistanlıların Türkiye’ye göçü iki dalga halinde gerçeklemiştir. Birinci dalga, 1949 Mao ihtilalinden sonra Çin’deki yeni rejimi benimsemedikleri için yol çıkmıştır. İkinci dalga 1960’lı yılların başlarında Afganistan üzerinden gerçekleşen göçtür. Bu iki göç hareketi gelişigüzel yapılmamışdır. Liderleri öncülüğünde Uygur ve Kazak Türk toplumlarının özelliklerine göre, disiplinli ve toplu bir şekilde yapılmıştır. Bu yönüyle göç, Orta Asya’dan milattan önceki devirlerden batıya doğru yapılan Türklerin kitlesel göçlerinin en sonuncusudur. Daha sonra yukarıda bahsettiğim göç ile gelenlerin akrabaları ferdi hareketle serbest göçmen olarak Türkiye’ye gelmeye devam etmişlerdir.

Bu iki göç dalgasının nihai ülke olarak Türkiye’yi seçmeleri tesadüfi değil, bilinçli bir tercihtir. Çünkü onların amacı dil, din, kültür ve tarih açıdan ortak köklere sahip Türkiye’de kendilerin yabancılık çekmeyecekleri ve gelecek nesillerinin de milli kimliklerini kaybetmeyecekleri bir ortama kavuşmaktı. Günümüzde ise, Kazakistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra, bazı Kazak aileler anavatanlarına geri göçmektedir. 1990’li yılların başlarına kadar Türkiye’deki Kazaklar mazlum Doğu Türkistan halkının sesini duyurmak için aktif faaliyetler içindeydi. Bugün üçüncü nesil Kazakların Doğu Türkistan davasıyla ilişkisi kalmamıştır denilebilir. Dünyanın yaklaşık 30 ülkesine dağılmış bulunan diaspora Uygurları içinde, Türkiye Uygurları kendilerinin en bahtiyar diaspora olarak addetmektedir. Çünkü onlar kendilerini maddi ve manevi her açıdan huzurlu hisetmektedirler.

Türkiye’ye 2. Göç

Doğu Türkistan’dan göç etme sebeplerinin başında can güvenliğinin olmaması gelmektedir. Özellikle 1949’da Mao Ze-dung ve ekibi komünist devrimi yapmalarından sonra, Doğu Türkistan bölgesinde de etkilerini giderek arttırmaya başlamışlardır. Doğu Türkistan’da da, Çin’in diğer bölgelerinde yaptıkları gibi kıyım, zulüm, katliam ve işkenceleri uyguladılar. Bu eziyetlerin had safhaya ulaşması sonucunda bölgede yaşayan insanlar canlarını kurtarabilmek için başka ülkelere sığınmaya karar verdiler. Denilebilir ki, Doğu Türkistan’ın dışarıya kapalı olan bu sıkıntılarını, Çin’in yaptığı insan hakları ihlallerini ve katliamları hür dünyada anlatmak için yurt dışına gitme arzusu ortaya çıkmıştır.

Çin, 1959-1960 yıllarında bir kanun çıkartarak yabancı ülke vatandaşlarını talepleri doğrultusunda eğer belgeleyebilirlerse geldikleri ülkeye iade etmek kararı almıştır. Bundan istifade eden Doğu Türkistanlılar bölgeden ayrılmaya başlamıştır. Bu çerçevede de iki grupluk kafile halinde 1961 ve 1963 senelerinde Doğu Türkistan’dan ayrılmalar vuku bulmuştur.

1961’de ayrılan kafile ekseriyeti Yarkent şehrinden, 1963’te gelen kafile ise Kaşkar ve daha ziyade Gulca’dan gelen Uygurlardır. Bugün Kayseri’de daha çok Yarkent’ten gelen Uygurlar bulunmaktadır. Gulca yani İli şehrinden gelen Doğu Türkistanlılar daha sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Onlar daha ziyade ticaretle meşgul olduklarından ve bulundukları coğrafyanın etkisi ile daha girişimci bir ruha sahip olduklarından İstanbul’a göç etmişlerdir. İstanbul’da çeşitli sektörlerde, özellikle deri sektöründe iş yapmakta ve kendilerinin geçim kaynağı olarak bu mesleği icra etmektedirler.

Kaynak: Akademik Perspektif

Leave a Comment

*

*